NOT:Sayfamızı Görebilmek İçin Adobe Flash Player'iniz Yüklü Olması Gerekiyor....HOŞ GELDİNİZ....
![]() |
||||||||||||
-------------------------------------------------------------------------------- OSMANLININ ÜNLÜ EĞİTİMCİLERİ
1. MUSTAFA SÂTI BEY
Hayatı
Aslen Halepli olan Mustafa Sâtı Bey, babası Mustafa Hilal İbn-i Mustafa Efendi’nin Yemen’de İstinaf ceza mahkemesi reisi[1] olması münasebetiyle, Sana’da[2] on beş kardeşin üçüncüsü olarak dünyaya geldi.[3] Ünlü Osmanlı sosyologu Bedi Nuri’nin kardeşidir.[4] Doğum tarihi hakkında farklı görüşler ileri sürülmekteyse de çoğunluk 1880 yılında doğmuş olduğunu kabul eder. Annesi Fatma Hanım’dır.
[5]
Mustafa Sâtı Bey, fevkalade bir zekâya sahipti. Özellikle Matematiğe karşı ilgisi fazla idi. Sonraları eğitimcilik alanındaki çalışmalarından ötürü, “Türk Froebel’i”[6] ve “Türk pedagojisinin babası” unvanını[7] alacak olan küçük Mustafa Sâtı Bey’e bu yıllarda “Arşimet” lâkabı verilmişti.[8]
Mustafa Sâtı Bey, eğitimini, babasının görevi nedeni ile yurdun çeşitli vilayetlerinde sürdürdükten sonra Mülkiye İdadîsi’ni ardından 1900 yılında Mülkiye Mektebi’ni bitirdi.[9] Mustafa Sâtı Bey’in ilk görev yeri Yanya İdadîsi’dir.[10] Burada öğretmenlik yaptığı sırada Fizik ve Biyoloji deneylerine girişti. Çeşitli böceklerden koleksiyonlar yaptı. Bunların bir kısmını da tahnit ederek okulda bir müze oluşturdu.[11] Mustafa Sâtı’nın bu faaliyetleri o dönemde sık rastlanılan hadiseler değildi. Yanya’da beş yıl görev yaptıktan sonra 1905 yılında öğretmenlikten ayrıldı. 1908’e kadar Makedonya sınırları içinde bulunan Radkoviç ve Florina’da kaymakamlık yaptı.[12] Bu görevi sırasında da eğitim ile ilgili meselelerden uzak durmadığını kendi yazdıklarından anlıyoruz.[13] Kaymakamlık yatığı Florina, İttihad ve Terakkî Fırkası’nın çok etkin olduğu Manastır’a bir saatlik mesafedeydi.[14] Manastır’da yayınlanmakta olan ve İttihat ve Terakkî hareketinin yayın organı olan Neyyir-i Hakikat gazetesinde Meşrutiyet’le ilgili yazıları yayınlandı.[15] Mustafa Sâtı Bey, bu dönemde bölgede etkili olan İttihad ve Terakkî Fırkası’nın içinde bulundu. Meşrutiyet’in ilanını müteakip kaymakamlık görevinden istifa ederek İstanbul’a geldi.[16] Buraya geldikten sonra çeşitli gazete ve dergilerde özellikle eğitim ile ilgili yazılarıyla dikkati çekti.[17]
Mustafa Sâtı Bey, anadili Arapça ve Türkçe’nin yanı sıra Farsça ve batı dillerinden, Fransızca ile İngilizce’yi biliyordu. Ermeni ve Rum gibi azınlıkların dillerine de vâkıf idi.
31 Mart ayaklanmasından sonra, bilindiği üzere, İttihat ve Terakkî Fırkası’nın devlet üzerinde ağırlığı artmıştı. Mülkiye Mektebi’nde hocası olan Nail Bey’in Maarif Nazırı olması ile Mustafa Sâtı Bey’in hayatında üç yıl sürecek (1325–1328) Dârülmuallimîn Müdürlüğü başlamış oldu. Müdürlüğü esnasında öğretmen yetiştirme tarihimizle ilgi pek çok yeniliğe imza atan Mustafa Sâtı Bey’in bu faaliyetleri onun öğretmen yetiştirme faaliyetinin ana mevzularından birini işgal etmektedir ve aşağıda etraflıca anlatılacaktır.
Mustafa Sâtı Bey, Dârülmuallimîn Müdürlüğü sırasında, öğretmen yetiştirme sistemi ve eğitimin diğer alanlarında incelemelerde bulunmak üzere birçok defa Avrupa’ya gitti.[18] Nitekim1910 yılında iki ay süreyle yurt dışında kalarak. İtalya, Almanya, İsviçre, Fransa, Belçika, İngiltere ve Romanya’da mesleki konularda incelemeler ve araştırmalar yaptı. Gittiği ülkelerde çeşitli kademelerdeki okullarda dinleyici olarak derslere katıldı. Bu araştırma gezisinden edindiği tecrübeleri makale ve konferanslarında işledi. Dârülmuallimîn’de uygulaya geçirdi.
Mustafa Sâtı Bey, II. Abdülhamid devrinde İstanbul’a özgü bir okul olmaktan çıkartılarak taşrada yaygınlaştırılan[19] Dârülmuallimînleri ve bu okullardan mezun olanların çalışmalarını yerinde görmek amacıyla Adana, Konya, İzmir, Selanik ve Drama’ya seyahatte bulundu.
1913 yılında pedagoji bilmediğini düşündüğü ayrıca “Tuba Ağcı Nazariyesi”nde[20] ısrar eden dönemin Maarif Nazırı Emrullah Efendi ile anlaşamayarak istifa etti. Bir süre sonra geniş yetkilerle Dârüşşafaka Müdürlüğü’nde getirildi. Fakat bu görevde de fazla kalmadı.[21]
1914 yılında yeni bir Avrupa gezisine çıkan Mustafa Sâtı, yurda döndükten sonra eğitim faaliyetlerine devam etti. 1915’de İstanbul’da Yeni Mektep adını verdiği özel bir anaokulu ve ona bağlı bir ilkokul açtı.[22] Anaokullarına öğretmen yetiştirecek olan “Daru’l- Mürebbiyât” isimli özel okulu kurdu.
[23]
Mustafa Sâtı Bey, 1919 yılında Meşrutiyet sonrasında Bahriye Nazırlığı yapan Hüseyin Hüsnü Paşa’nın kızı Cemile Hanım ile evlendi.1923’te Haldun isimli oğlu, 1925’te de Selva isimli bir kızı dünyaya geldi.[24]
Arap kökenli olan ve I.Dünya Savaşı’nın derin sevgiyle bağlı olduğu Osmanlı Devleti’nin sonunu getireceğini anlayan Mustafa Sâtı, her milletin kendi başının çaresine bakacağının farkına vardı ve tercihini kendi milletinden yana yaparak, Suriye’ye gitme kararı aldı.[25] Mustafa Sâtı Bey, sonraki yıllarda bu tercihi nedeniyle eleştirilmiştir.
Adnan Adıvar, Mustafa Sâtı Bey’in bu konudaki tutumunu değerlendirirken şöyle der: “ Sâtı Bey titiz bir ruha malik bir zattı. Osmanlı İmparatorluğu’nun kıymetli bir maarifçisi ve hoca, Sâtı Bey, mütarekeyi müteakip birdenbire Arap olduğunu hatırladı ve çözülen imparatorlukta Arap milletine düşen kısma gitmek üzere o vakit pek dertli olan Türkiye’yi bıraktı; bu hareket bana pekiyi gelmemişti. Fakat şimdi öyle düşünmüyorum. Zorla Türk Milliyetçiliği edecek yerde kendini mensup saydığı milletin arasına dönmesini bugün taraf taraf makbul görülen ırkçılığın bir ifadesinden ibaret sayıyorum.”[26] Adıvar gibi düşünenlere göre bu ayrılışta, Sâtı Bey açısından yanlış bir taraf yoktur. Zira Onun bağlı olduğu Osmanlıcılık bir daha canlanmamak üzere bitmiş, İslamcılık yara almıştı. Gündeme gelen Türkçülük ise sadece Anadolu coğrafyası için bir umut olmuştu.[27] Sâtı Bey’in ayrılışı daha önce aynı fırka saflarında mücadele ettiği İttihatçılar gibi gizli olmamış, gideceğini aleni alarak açıklamış ve veda ziyaretlerinde bulunmuştur.[28]
Dârülmuallimîn’deki eski mesai arkadaşları Mustafa Sâtı Bey’in kuruculuğunu yaptığı dergiden, ülkeden ayrılışı ile ilgili açık mektup yazmışlardı. Tedrisat Mecmuası’nda yayınlanan söz konusu mektupta:
“Mustafa Sâtı Bey Efendi, biz kâiniz ki sizin Türklere ve Türklüğe karşı müteneffir değil, hatta lakayt bulunma ihtimaliniz bile yoktur. Çünkü Arap olmakla beraber irfan ve zihniyet itibariyle tamamen bu muhittensiniz ve hangi millete mensup olursanız olunuz müfrit bir milliyet taassubunun fevkinde kalabilecek şahsiyetlerdensiniz.”[29]
Mustafa Sâtı, Fransız işgaline kadar Suriye’de kaldı ve burada eğitim dilini Arapça’ya çevirdi. Suriye’nin 1920’de Fransız işgaline uğraması üzerine Irak’a giden Mustafa Sâtı Bey, burada da Eğitim Bakanlığında üst düzeyde görevler ifa etti. [30]
Suriye bağımsızlığına kavuşunca tekrar Suriye’ye dönen M. Satı, burada, 1943’te eğitim bakanlığı müsteşarı oldu.[31] Suriye’de üç yıl çalıştıktan sonra Mısır’a gitti. Kahire’de Arap İncelemeleri Yüksek Enstitüsü Müdürlüğü görevinde bulundu.
[32] Burada bulunduğu süre içerisinde Arap kültürüne katkı sağlayacak ve onun tüm dünyada Arap milliyetçisi olarak tanınmasına neden olacak kitaplarını yazdı.[33]
1957’de resmi görevinden ayrılıp inzivaya çekilen Mustafa Sâtı,[34] 23 Aralık 1968’de Bağdat’ta vefat etti ve İmamı Azam türbesi haziresine defnedildi.
Eserleri
A.Türkçe Eserleri:
1. Tarih-i Tabii’den İlm-i Hayvanât, İstanbul, 1321.
2. Malûmat-ı Ziraiye, İstanbul 1321.
3. Fenn-i Terbiye (c. I, II), İstanbul,1325.
4. Lâyihalarım, İstanbul,1326.
5. Etnografya (İlm-i Akvâm) İstanbul 1327.
6. Tarih-i Tabii’den İlm-i Neâbatât, İstanbul, 1327.
7. Mebadî-i Ulûm-ı Tabiîye’den Fizik ve Kimya, İstanbul, 1327.
8. Dürûs-ı Eşya, I.Bölüm, İstanbul 1327; II. Bölüm, İstanbul, 1330.
9. Mebadî-i Ulûm-ı Tabiîye’den Tatbikât-ı Zirâiyye, İstanbul, 1328.
10. Mebadî-i Ulûm-ı Tabiîye’den Tatbikât-ı Ziraiye, Sınaîye ve Beytiyye, İstanbul
1328.
11. Mebadî-i Ulûm-ı Tabiîye’den Tarih-i Tabii ve Tatbikâtı, İstanbul, 1328.
12. Vatan İçin, İstanbul, 1329.
13. Büyük Milletlerden Japonlar, Almanlar, İstanbul,1329.
14. Ümit ve Azim, İstanbul, 1329.
B. Bazı Arapça Eserleri
1. Dirasât-ı an Mukaddimet-i İbn-i Haldun, c.I, Beyrut,1943, c.II, Beyrut,1944
2.Ârâ ve Ahadis fi’t-Terbiye ve al-Ta’lim, Kahire, 1944.
3.Ârâ ve Ahadis fi’l-Kavmiyyetı’l-Arabiye, Kahire 1951.
4.Arâ ve Ahadis fi’l-İlm v’al-Ahlak v’es-Sekafeti, Kahire,1951.
5.Arâ ve Ahâdis fi’t-Tarih v’al-İçtima, Kahire,1951.
6.Muhadarât-ı Nuşa’al-Fikret al-Kavmiye, Kahire, 1951.
7.Al-Bilâd-ı Arabiyya v’al-Devlet al- Osmaniye, Kahire, 1957.
8.Durus fi Usûl’i’t- Tedris, Beyrut,1963.
Öğretmen Ve Öğretmen Yetiştirme Hakkındaki Fikirleri
Mustafa Sâtı Bey, öğretmenlik mesleğine çok önemli bir misyon yüklemektedir. Ülkenin içine düştüğü durumdan kurtulması için öğretmenlere çok iş düşmektedir. “Ümidi-i vatan” şimdi öğretmenlerdedir.[35] Öğretmen bir taraftan talim ve terbiye işi ile uğraşırken diğer taraftan da “Osmanlılığa münevver ve müteşebbis bir nesil” hazırlamalıdır.
[36]
Mustafa Sâtı, maarifin ilerlemesini de tamamen öğretmenin yetişmesine bağlar. 1325 Kanun-ı Sanisi’nde maarif nazırı Emrullah Efendi’ye sunduğu “Maarif Islahatı Hakkında” adını taşıyan lâyihasında “Muallim İhzarı” ile ilgili şöyle demektedir: “Maarif-i umumiyemizin temin-i terakkîsi içün her şeyden evvel halli lazım gelen mesele: bütün derecatı tahsil içün ehliyetli muallim ihzarı meselesinden ibarettir. Çünkü maarifte her türlü ıslahat ve tensikatın icrası her şeyden evvel ehliyetli muallim ihzarına vâ-bestedir.”[37]
Diğer taraftan “Avrupa’ya Talebe İzamı Meselesine Dair” isimli başka bir lâyihasında Avrupa’ya giden öğrencileri eleştirirken muallim adaylarını diğer öğrencilerden ayırır onlara özel bir önem atfeder. Avrupa’ya talebe gönderme işinin başarısız olduğundan yakınırken öğretmenlik için “En muhtaç bulunduğumuz, bütün terakkîyatımızı en ziyade kendisinden beklemek mecburiyetinde olduğumuz bir meslek ” saptamasında bulunur[38]
Eğitim alanında en büyük sıkıntının, “Maarifimizin en büyük yaresi”nin öğretmen yetiştirme meselesindeki noksanlıklar olduğunu düşünen Mustafa Sâtı Bey, öğretmende aranan ilim ve edep sahibi olmanın yeterli olmadığını düşünmektedir. Muallimlerin bundan büyük noksanları, öğretmenliğin bundan daha lüzumlu özellikleri vardır. Bizim öğretmenlerimizde en noksan olan şey; “Hüner-i talim” ve “Usul-ı terbiye”dir. Ne yazık ki malumatlı ve ilim sahibi öğretmenlerimiz arasında bile bu özelliklere sahip öğretmen çok azdır.[39]
Mustafa Sâtı Bey’in düşüncesine göre muallimlik her şeyden önce “mürebbilik” demektir. Mürebbilik ise bir hünerdir, kabiliyet işidir. Avukatlık gibi doktorluk gibi, çitçilik gibi tüccarlık gibi bir sanattır. Bu sanatın özel kuralları vardır. İyi bir öğretmen olmak, sadece bilgi sahibi olmak, yalnız öğreteceği şeyleri bilmek anlamına gelmez. Aynı zamanda iyi anlatmanın, kolay öğretmenin, iyi terbiye ve idare etmenin metotlarını bilmeli ve bu konularda bilgi sahibi olmalıdır.[40]
Bu nedenle öğretmen yetiştiren okullar, öğretmen adaylarına lazım olan temel bilgilerden başka söz konusu bu özellikleri kazandırmaları lazımdır. Bunun için de hem iyi bir “Terbiye-i fikriye ve umumiye” hem de sağlam bir “Terbiye-i meslekiye” sahibi olmaları sağlanmalıdır.[41]
Mustafa Sâtı Bey, öğretmenleri okutacakları kademelere göre değerlendirmektedir. Ona göre ilkokul öğretmenlerinin çok fazla malumata ihtiyaçları yoktur. Fakat Fenn-i Terbiye usulünün tamamen özümsenmiş olması gerekmektedir.[42]
Mustafa. Sâtı, muallim yetiştirmede sürekli öne çıkartılan para meselesinin yani işin mali boyutunun abartıldığı kanısındadır. “Siz para bulunuz, ben muallimi Çin’den getirtirim” anlayışı memleketin eğitimini sekteye uğratmış, büyük fırsatların heba olmasına sebep olmuştur.[43] Çok büyük masraflar ile yapılan gözde okullar bile pislik içinde yüzmektedir. Büyük paralar harcanarak alınan, Avrupa’dan getirilen aletlerin yüzde onu dahi kullanılmamaktadır.[44]
İyi bir muallim olmanın temelinde “Meslek aşkı”nın olmasının zaruretini savunan Mustafa Sâtı Bey, bu “Aşk” için “Fedakârlık” gerektiğine inanırdı. Bu konuda bir konferansında şöyle diyordu: “ …Onun için efendiler mesleğinizde muvaffak olmak, tâlî etmek istiyorsanız onu seviniz, ona ait vazifelerinizi sevine sevine ifa ediniz. Bu vazifeleri ifaya muvaffakiyetinizi kendiniz için büyük bir saadet ad ediniz.”[45] Aynı konuşmada öğretmenliği maddî imkânlarından dolayı seçmek isteyenleri kast ederek, bu meslekte maddî anlamda istikbalin olmadığını ve bu tip insanların vakit kaybetmeden başka mesleklere yönelmeleri gerektiğini söylemekte idi.
Mustafa Sâtı Bey, öğretmenlerin çalışmalarında intizam ve programa azami ölçüde riayet edecek şekilde yetişmelerini istemektedir. Öğretmenlerin başarılı olmaları için yerine getirmeleri gereken şartların en ehemmiyetlerinden birisi de tertip ve düzendir. Bir insan nasıl ilk kez geldiği bir şehirde gezerken nereleri göreceğini daha önceden planlamadığı takdirde önemsiz sokaklardan birkaç geçtiği halde asıl görmesi gereken yerleri görmeden zamanını tüketirse öğretmen de aynen örnekteki insan gibi plansız programsız çalıştığı takdirde zamanını israf ettiği gibi asıl öğrenciye kazandırması gereken şeyleri verememe tehlikesine düşer.[46]
Sonraları, zaman kaybına neden olduğu için, yenilenerek tartışma metodu haline gelen “Usûl-ı tekşif” Mustafa Sâtı Bey’in öğrenci yetiştirmede öğretmenlere önerdiği temel metodudur[47].
“Derslerin zihinlerde temessülünü ve fikrî terbiyeye hizmetini temin için en iyi usul” budur. Almanya ve Amerika’da da bu usul yürürlüktedir. Bu nedenle öğretmen okullarında da bu usulün benimsenmesini ister. Bu teknikle “Müdavimler müşahede, mukayese ve muhakemeye ve netice olarak keşfe alıştırılacaktır”[48] O, “Usûl-ı tekşif” metodunu geleneksel takrir metoduna alternatif olarak görür.
Söz konusu iki metodu şu şekilde karşılaştırır:
Takrir tarzında: öğretmen öğreteceği şeyleri doğrudan kendisi söyler ve öğrencilerin öğrenip öğrenmediklerini anlamak için de onlara sualler yöneltir.
Tekşif tarzında ise; muallim öğreteceği şeyleri kendisi söylemeden önce öğrenciye buldurmaya çalışır. Onlara konuyu öğrenip öğrenmediklerini kontrol için değil, öğrenmelerine yardım etmek yol göstermek gayesi ile sorular sorar.[49]
Mustafa Sâtı Bey, tekşif (buldurucu) metodunu açıklamak için şöyle bir örnek verir: Bir muallim Osmanlıca dilbilgisi dersinde tekil ve çoğul hakkında bir ders verecek;
Öğretmen takrir metodunu kullandığı takdirde: Bu konuya ait tarif ve örnekleri hep kendisi verecektir. Cemi tarif edecek buna dair misaller verecek ve talebenin anlayıp anlamadığını öğrenmek içinde sıkça “Anladınız mı?” “Cem kaidesi nedir?” gibi sorular soracaktır. Öğrenci ise öğretmeni ya tekrar yahut taklit etme mecburiyetinde kalacaktır.
Tekşif metodu izlendiğinde ise; öğretmen cemin tarifi ve kaidesi hakkında hiçbir şey söylemeksizin sorular sormaya başlayacaktır. Örneğin tahtanın bir tarafına “Ağaç” yanına “Ağaçlar” kelimesini yazacaktır ve buna benzer başka bir takım örnekler verecek, çoğulları bir tarafa tekilleri bir tarafa yazarak öğrencilerin kelime yapılarının farklılığına dikkati çekecektir.[50]
Mustafa Sâtı Beyin, Dârülmuallimînlerde öğretmen adaylarına salık verdiği bir diğer öğretim metodu ise “İsticvap” yani soru-cevap metodudur. Bu metotla ders sırasında öğrencinin dikkatinin derse devam edip etmediğini anlamak kolaydır. Kaldı ki her an kendisine de konu ile ilgili bir soru yöneltilebileceğini tahmin eden öğrenci dersi takip etme mecburiyetinde kalır.[51]
Bugün de eğitim hayatımızın en önemli sıkıntılarından biri olan ezbercilik,[52] Mustafa Sâtı Bey’in öğretmen yetiştirmede dikkat ettiği sorunlardan biri idi. Onun öğretmen adaylarından isteği öğrencileri ezbercilikten uzak tutmalarıydı. Onun fikrine göre ezbercilik eğitimin en genel ve en müzmin hastalığıdır. Okullarımızın en büyüklerinden en küçüklerine varıncaya kadar hemen hemen bütününde bu problem vardır. Bu meseleyi çözenler çok azdır.[53] Tam anlamıyla öğrenilmeden, idrak edilmeden ezberlenen şey, çiğnemeden yuttuğumuz kabuklu yemişler gibidir. Nasıl bu şekilde yenen gıdaların bize gıda olarak hiçbir faydası dokunmaz ise anlaşılmadan ezberlenen şeylerin de herhangi bir yararı yoktur; zihnimizde yabancı olarak kalır onun için ne bilgiye layık olur ne de bir fikrin ortaya çıkmasına yardımcı olurlar.[54] Mustafa Sâtı Bey, ezberciliğin, hem faydasız hem de zararlı olduğunu savunur: Konuyu anlamadan, ezberlemiş olan çocuk, biliyorum, öğrendim vehmine kapılır. Bu düşünce gerçek bilginin yerine geçer ve öğrenmeye, anlamaya, bilmeye engel teşkil eder.[55]
Birçok konuyu, yıllarca anlamadan, düşünmeden ezberden söylemek en nihayetinde söylemek ile düşünmek arasındaki alakayı ortadan kaldırır; zihnimizdeki fikirler ile kelime arasında bağ gevşer hatta yok olur.
Mustafa Sâtı Bey, ezberciliğin yaygın olmasının nedeninin öğretmenler olduğunu düşünür. Ezberciliğin zararlı olduğu kanaatini henüz taşımayan öğretmenlerin çokluğundan yakınmaktadır. “Çalıştınız mı?” yani “Ezberlediniz mi?” diye sualler sormak, “Okuyunuz” “Söyleyiniz” ve benzer isteklerde bulunmak öğrenciyi ezberciliğe itmektedir.
Öğrencinin kitabın aynısını ezberlemesi, aynı ifadeleri kullanmaya kendini mecbur hissetmesi engellenmelidir. Ayrıca basmakalıp sualler ve cevaplar yazdırmak da ezberciliğe sebebiyet verir.[56]
Mustafa Sâtı Bey’in öğretmen yetiştirmede en fazla üzerinde durduğu konulardan biri de öğretmen adaylarının yeterince pedagoji dersi görmelerinin sağlanmasıdır. Dârülmuallimîn öğrencileri ve onları yetiştiren hocaları öğretmen okulu öğrencilerinin birkaç yıl sonra öretmen olacaklarını unutmamalıdır.
Özellikle son sınıfta tatbikat dersine çok önem vermek gerekir. Diploma almadan önce öğrencilere ders vermeğe onlara nezaret etmeğe alıştırılmalıdırlar. Bu konuda “Tatbikat mektepleri” devreye girmelidir. “Tatbikat mektebi” ile öğretmenlik eğitimi arasındaki münasebet, hastane ile hekimlik arasındaki ilişkiye benzemektedir[57] Öğretmen yetiştiren okulların bütün kademelerindeki yani Dârülmuallimîn-i Âliye; Dârülmuallimîn-i İptidaiye ve Dârülmuallimîn-i Rüşdiye sınıflarındaki öğrenciler muhakkak birkaç ay tatbikat mektebine devam etmelidir zira gerekli olan şey teoriden çok “Ameliyat” ve “Tatbikattır”.
Mustafa Sâtı Bey’in eğitim görüşünde Dârülmuallimîn ve işlevinin çok önemli bir yeri vardır. Esasen onun eğitim görüşü şu şekilde formüle edilebilir: İyi bir maarif için ehliyetli bir öğretmen, onun olması içinde bütün şartlara haiz bir Dârülmuallimîn olması gerekmektedir.
Mustafa Sâtı Bey, Maarif Nazırı Nail Bey’e takdim ettiği “Ehliyetli Muallimler Yetiştirmek Hakkında” başlıklı lâyihasında iyi muallimler yetiştirmek için alınması gereken tedbirleri şöyle sıralamıştı:
Dârülmuallimînin hali hazırdaki bütçesi çok yetersizdir. Yapılacak yenilikler için mutlaka bütçe iyileştirilmelidir.
Dârülmuallimîn’e Osmanlı sınırları dışından da (Bosna, Türkistan, Rusya, Sibirya,
Kafkasya vb.) öğrenci kabul edildiği için okulun fiziki şartları buna yeterli hale getirilmelidir.
Gelişmiş ülkelerin hepsinde öğretmen okulları yatılıdır. Bizde de öğrencilerin “terbiye-i meslekiyeleri” için leylî olmalıdır.
Taşrada vilayetlerde hatta bazı livalarda açılan öğretmen okulları öğretmen sıkıntısı çekmektedir. Kifayetsiz öğretmenler derse girmektedir. Bu nedenle bunlar belli merkezler seçilerek birleştirilmelidir. Küçük yerleşim yerlerinde açılan Dârülmuallimînler ile öğretmen sorunu çözülse bile İstanbul, Selanik, gibi büyük şehirlerde okuyan bir öğretmenle örneğin Erzurum’da okuyan ömründe şimendifer hatta vapur bile görmemiş bir öğretmeninin yetişme ortamı ve buna bağlı olarak verimi, aynı olmayacaktır.[58]
Mustafa Sâtı Bey’in fikrince yalnız öğretmen okullarından yeni mezun olacak öğretmen adaylarının iyileştirilmesi için bir takım önlemler almak yeterli değildir. Mevcut muallimlerin de birçok uygulamalarla niteliklerinin artırılması “Ehliyetli” bir hale getirilmeleri gereklidir. Bunun içinde şu tedbirler alınabilir:
Mevcut muallimlerin, senede bir ay hizmet içi eğitimleri için, bir müessese meydana getirilebilir. Bu işte aynı uygulamayı daha önce yapan jandarma mektepleri örnek alınabilir. Öğretmenlere günde iki saat tatbikat yaptırıldıktan başka bir saat Fenn-i Terbiye konferansları verilmelidir. Bir saat da okuttukları dersler hakkında malumatlarını artırıcı çalışmalar yapılmalıdır. Hatta muallim mekteplerine birer ay devam etmelerinde büyük faydalar vardır.[59]
M. Satı Bey, öğretmenlerin niteliklerini artırma yolunda müfettişlerden faydalanılması kanaatindedir. Bu hizmeti ifa edebilecek müfettişler yetiştirilmelidir. Onlara “Usûl-ı tedris”i öğretmelidir. Gerekirse bu iş için öğrenmeleri yurt dışına gönderilmelidir.[60] Hali hazırdaki durumları ile müfettişlerin bu görevi yerine getiremeyeceklerini düşünen Mustafa Sâtı Bey, müfettişlerin usûl-ı tedrise vakıf olmaları ve teftiş ettikleri okulda öğretmenlere bu konuda yardımcı olmaları gerektiğini savunur.
“Usûl-ı tedris” hakkında Maarif Bakanlığınca detaylı ve uygulamalı talimatlar oluşturulmalı ve bunlar öğretmen ve müfettişlere dağıtılmalıdır.[61]
Mustafa Sâtı Bey, öğretmenlik mesleğinin tam manası ile kurumsallaşamadığını düşünüyordu. Öğretmenliğingerçek manada bir meslek haline gelmesi gerektiği kanaatindeydi. Çünkü yalnız idâdîlerde değil, rüştiyelerde bile memur muallimlerin sayısı bir hayli fazla idi. Bu nedenle bir an önce yeterli muallim yetiştirilmeliydi.[62]
Mustafa Sâtı Bey, muallimlik mesleğinde “Tâlî” ve “Terakkî” ümidi olmadıkça yetişecek öğretmenlerdeki gayret ve faaliyetin kısa zamanda ortadan kalkacağını belirtiyordu. Bunun önüne geçebilmek için terfi sistemi gerekmektedir. Şöyle ki; Dârülmuallimîn-i İbtidâiye’den mezun olacak öğrenciler beş yıl ilkokul öğretmenliği yaptıktan sonra Dârülmuallimîn-i Rüştiye’de tahsiline devam edecek sonrasında da, rüştiyede öğretmen olma hakkını elde edecekler. Yine aynı şekilde Dârülmuallimîn-i Rüştiye’den mezun öğretmenler dört yıl mesleklerini icra ettikten sonra bir sene idâdî öğretmen okulluna devam edecek ve burada kendine lazım olacak malumatı aldıktan sonra idâdî muallimi olabilecekti.[63]
Avrupa’ya birçok alanda talebe göndermek usulü devam etmekteydi.[64] Bu meyanda öğretmen adaylarından da otuz kişi gönderildi. Ancak Mustafa Sâtı Bey, Maarif Nazırı Emrullah Efendi’ye takdim ettiği “Avrupa’ya Talebe İzamı Meselesine Dair” başlıklı lâyihasında bu konu hakkında da etraflı tavsiyelerde bulunur.
Muallim adayı talebelerin “Avrupa’daki (Fransa) üniversitelere gidelim ve dönüşte öğretmenlik yapalım” tekliflerinin samimi olmadığını belirten Satı Bey’e göre Muallim olmak için gidenler gerçekte farklı hevesler peşinde koştular.
[65] Meselâ; “Sorbon’a gitme emeline kapıldılar”.[66] Buna bir tedbir düşünülmelidir. Ayrıca Fransa’ya gönderilen öğrencilerden Dârülmuallimîn’e girecek olanlarda, Dârülmuallimîn-i Âliye’ye girecek olanlar da, Paris’de Dârülmuallimîn-i İbtidâiye’lerin tatbikat sınıflarına birkaç ay olsun devam etmelidir. Çünkü diğer Dârülmuallimîn’lerde tatbikat dersleri yok denecek kadar azdır.[67]
Mustafa Sâtı Bey, muallimlerin kesinlikle siyasete karışmalarına karşıydı. Bunun ülkeye büyük zarar vereceği düşüncesindeydi. Siyasetin okullara girmesi ile öğrenciler arasında nefret baş gösterir. Öğretmene öğrencilerin gösterdiği hürmet ortadan kalkar. Öğretmen siyasi görüşlerin hepsine karşı tarafsız olmalıdır.[68] Öğretmenin siyaset ile ilgili öğrencilere söyleyecekleri aşikârdır: Her muallim, talebesine milletin hak ve görevlerini öğretmek, hükümetin şeklini sevdirmek, millet ile hükümetin karşılıklı vazifelerini anlatmak ile sorumludur.[69] Hülasa, öğretmen üzerine düşen her halde tarafsız olmaktır. Medeniyette ilerlemiş ülkelerin düşünce adamları da aynı fikri savunmaktadırlar. Fransa’da öğretmenlerin siyasi sorunlarda kesinlikle tarafsız kalması ilkesi kabul edilmiştir Örneğin ünlü Fransız eğitimcisi Jan Mase: “Öğretmenler seçme yapmaz; fakat seçmenler yetiştirir. Yani partiler arasında ayrım yapmaz, fakat seçme hakkını güzel kullanacak seçmenler yetiştirirler.” demektedir.[70]
Dârülmuallimîn’de Yaptığı Yenilikler
Mustafa Sâtı Bey’in eğitim tarihimizde önemli bir yer tutmasının en önemli nedeni O’nun İstanbul Dârülmuallimîn’e müdür olduktan sonra yapmış olduğu icraattır. Mustafa Sâtı Dârülmuallimîn’e müdür olmadan önce çeşitli yayın organlarında (Millet, Tanin, Ümmet, Yeni Mektep vb.) eğitim ıslahatı üzerine fikirlerini belirtmişti.[71] O, Dârülmuallimîn’de görev yapmadan önce de eğitimci yönüyle tanınan, takdir edilen bir şahsiyetti. Ancak Satı Bey’in öğretmen okulunda gerçekleştirdiği yenilikler ve bu süreçte maarif nazırları Nail Bey ve Emrullah Efendi’ye sunduğu lâyihalar, O’na öğretmen yetiştirme tarihimizde müstesna bir yer kazandırır.
Mustafa Sâtı Bey, Dârülmuallimîn’in kendisinin yaptığı ıslahatlardan önceki halini “nakıs” birer “Darültallim” olarak tanımlar ve devam edenlerin “ ileride muallim oldukları vakit okutacakları şeyleri öğretmekten” başka bir hedeflerinin olmadığını söyler.[72]
Mustafa Sâtı Bey’in yaptığı yeniliklerle Dârülmuallimîn aynı dönemde Avrupa’daki birçok öğretmen okulundan daha iyi bir hale gelmişti.[73]
Mustafa Sâtı Bey’in, Dârülmuallimîn’de yaptığı yenilikleri şöyle sıralayabiliriz:
1. Mustafa Sâtı Bey’den önce, meşrutiyetin ilanıyla birlikte, öğretmen yetiştirme işine önem verilmek istenmiş, bu nedenle Dârülmuallimîn-i Sıbyan’a herhangi bir imtihana tabi tutmadan 900 medrese öğrencisi alınmıştı. Okulun eski yeri müsait olmadığı için de okul olarak Fatih yakınlarında Çarşamba’da bir konak kiralanmıştı. Öğrencilerin sıraları yoktu, yerde hasır üzerinde oturuyorlardı.[74] Öğretmenler terlikle derse giriyorlardı. Öğrenciler medreselerde barınıyorlar, imaretlerde yiyip içiyorlardı. Okul, çok ilkel idi ve devamlı bir kargaşa hali yaşanıyordu.[75]
Mustafa Sâtı Bey, okulu bu acınacak halden kurtarmak için kolları sıvadı. İlk iş 900 öğrenciyi imtihana tabi tutarak, öğretmenlik mesleğine yakışmayacak olan, gelecek için ümit vaat etmeyen 750 kişinin okul ile ilişkisini kesti.[76]
2. Mustafa Sâtı Bey, öğretmenler konusunda da tensikata gitti. Eski öğretmenlerin üçü hariç, (İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Ressam Samim Bey, Sıracettin Bey) diğerlerini değiştirdi.[77] Yerlerine genç ve öğretmenlik haricinde başka işlerle uğraşmayan idealist eğimcileri atamaya gayret sarf etti.[78] Öğretmenlerin kendilerini yetiştirmeleri için imkân sağladı. Misal; İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nu Avrupa’ya gönderdi.[79]
3. Mustafa Sâtı Bey’den önce öğretmenlerin çoğunun öğretmenlik haricinde ikinci bir işleri daha vardı. Mustafa Sâtı Bey, bu olaya son verdi. Öğretmenlerin en az haftada bir gece okulda kalarak öğrencilerle sıcak ilişkiler geliştirmesini sağladı. Bu daha önce örneği olmayan bir durum idi.[80]
4. Mustafa Sâtı Bey, okul bütçesine mubassırlar ( okullarda öğrencilerin hal ve hareketlerinden sorumlu memur, gözcü) için ayrılan paralarla okula lazım olan araç ve gereç aldırttı ve mubassırlık kurumunu kaldırdı. Böylelikle öğrencinin kendi kendilerine yetmelerini hedef edindi. Ayrıca okula artı para kazandırdı.[81]
5. Dârülmuallimîn’de ilk defa numune ve tatbikat mektebi (uygulama okulu) açtı.[82] Tatbikat mektebi müdürlüğüne ünlü eğitimci İhsan Bey’i (Sungu) getirdi.[83] Bu konuda O’nun mesai arkadaşı ve dostu Muallim Cevdet şöyle der: “Dârülmuallimîn’de ilk defa Tatbikat Mektebi ihdas eden ve talebeye her dersin usûl-ı mahsusasını bilfiil çocuklar üzerinde tecrübe ettiren de müşarünileyhtir. O sayededir ki memleket münakaşai ilmiye ve ders tenkidi numuneleriyle terbiyei ibtidâiyede muhasebe ve tekşif usullerini görmeğe muvaffak olmuştur.”[84]
6. Dârülmuallimîn Okulu öğrencilerinin bilgilerini artırmaları için Dârülmuallimîn Kongreleri düzenlemiştir. Bu kongrelerde, eğitimle ilgili çeşitli meseleler tartışılır, örnek dersler verilirdi. Mezun olan öğrenciler bir yıllık çalışmalarını bu kongrelerde dinleyicilere sunarlardı.[85]
7. Mustafa Sâtı Bey, göreve geldikten sonra okul müfredatına, öğretmenlik mesleki formasyon dersleri konuldu.[86] Bizzat kendisinin yazdığı Fenn-i Terbiye isimli pedagoji kitabı bu alanda yazılmış önemli eserlerin başında geliyordu ve söz konusu yıllarda bütün öğretmen okullarında okutuluyordu[87] Okula sıra, masa, tahta, harita, küre vb. modern ders araç ve gereçleri Sâtın alındı.[88]
8. Mustafa Sâtı Bey, göreve geldikten sonra okul programına terbiye-i bedeniye dersini eklemiştir.[89] Bu ders için seçtiği öğretmen ise ünlü beden terbiyecisi Selim Sırrı Bey idi.[90] Ayrıca Mustafa Sâtı Bey zamanında gerçek anlamda, Dârülmuallimîn’e, müzik, resim dersleri konuldu.[91]
9. Mustafa Sâtı Bey, el işi derslerine çok önem verdi, okulda bir el işi atölyesi meydana getirdi. Burada ağaç ve kâğıt işleri başta olmak üzere, öğrenciler çeşitli çalışmalar yaptılar.[92] El işi dersi sayesinde “Bedeni say ile zihni say arasında bir münasebet ve irtibat tesis” edilmesi hedeflendi.[93]
10. Nehari (yatısız) olan Dârülmuallimîn’i, leyliye (geceli, yatılı) çevirdi.[94] Öğrenciler geçim kaygısıyla derslerini aksatmamaları için onlara yeterli derecede maaş bağlanmasını sağladı.[95]
11. Mustafa Sâtı Bey dönemine kadar, eğitimde gezi ve incelemeye yer verilmezdi.[96] Muallim Cevdet, bu konu için: “Talebe İstanbul’un ne müessesâtını, ne topografyasını, ne de tarihi binalarını öğrenmeden ve kalbgâhı İslam’ı sevmeden neş’et ederdi. Camiler, müzeler, fabrikalar ziyareti ve kırlarda fenni gezintiler âdeti müşarünileyhten kalmıştır.” der.[97]
12. Mustafa Sâtı Bey, müzik eğitimi ve öğretimine de önem verdi.[98] Ayrıca modern batı eğitim kurumlarında olduğu gibi, bir okul marşının olması gerektiğini düşündü.[99] Söz konusu marşın güftesini dostu şair Tevfik Fikret yazdı ve Zati Bey besteledi.[100]
Marş şöyle başlıyordu: Bilim ışıklarıyla donanmış bir fikir ordusuyuz;
Bayrağımızda gerçeğin âyetleri okunur.
Ümitsizliğin sonsuza dek düşmanıyız, mutlu ümitler;
Düşünme, hareketimizde bize yol göster.[101]
13. Mustafa Sâtı Bey zamanından önce Dârülmuallimîn’in iki yıl idi. O, bu süreyi yetersiz gördü ve okulun süresini üç yıla çıkardı.[102] Okul 1914 yılında dört yıla çıkartıldı.[103]
14. Mustafa Sâtı Bey, taşraya giden Dârülmuallimîn mezunlarını görev yerlerinde ziyaret ederek sorunlarını tespit etti. Ziyaret sonuçlarını değerlendirerek öğrencilerin aynı sorunları yaşamamaları için tedbirler aldı.[104]Ayrıca her vilayetten iki öğretmeni Dârülmuallimîn’e davet etti ve onlara yeni gelişmeler ile ilgili konferanslar verdi.[105]
15. Mustafa Sâtı Bey, Dârülmuallimîn’de yapılan yenilikler ve faaliyetlerden eğitim camiasını haberdar etmek, yapılanları onlarla paylaşmak için Tedrisat-ı İptidaiye isimli bir eğitim dergisi çıkarmaya başladı. Bu mecmua on bin adet basılıyor, İstanbul dışındaki okullara da gönderiliyordu.[106]
16. Mustafa Sâtı Bey’in düşüncesine göre kendisinin Dârülmuallimîn’de yaptığı en önemli yeniliklerden biri; “İdâdî muallimleri yetiştirmeğe mahsus bir şubesinin tesis” edilmesidir.[107] Aslında bu şube daha önce de vardı fakat Darülfünun’a dâhil edilmişti. Mustafa Sâtı Bey bu bölümü yeniden ihya etti.
17. Mustafa Sâtı Bey, ziraat derslerine de çok önem verdi. Bu dersi ameli olarak vermek istedi.[108] Ancak bu vazifeyi görebilecek büyüklükte bir bahçe olmaması bu işin pratiğine imkân vermedi.[109]
18. Mustafa Sâtı Bey, Dârülmuallimîn’de verdiği konferanslarda ilk defa “Muallimlik ve Siyaset” konularını işledi ve öğretmenlerin politikadan uzak durmalarına gayret sarf etti.[110]
19. Mustafa Sâtı Bey’in yaptığı yeniliklerden biri de okul müzeleri idi. Söz konusu müzeleri bizzat kendi çalışmaları ile zenginleştirdi.[111]Ayrıca Dârülmuallimîn’de zengin bir kütüphane meydana getirdi.[112]
20. Mustafa Sâtı Bey zamanında Dârülmuallimîn, Osmanlı Devleti dışındaki öğretmen olmak isteyen Türk öğrencilere açıldı.[113] Mustafa Sâtı Bey, maarif nazırı Nail Efendi’ye sunduğu bir lâyihada, öğrenci gelecek olan ülkeleri, Rusya, Kafkasya, Sibirya, Bosna, Türkistan olarak sıralıyordu.[114]
21. Usûl-ı tekşifî ve tedris-i ayani denen yani öğrencilere gözlem ve deney yaptırarak bilgiye ulaşmalarını sağlayan metot, Mustafa Sâtı Bey döneminde Dârülmuallimîn’e girdi.[115]
SONUÇ
Osmanlı Devleti, 17. yüzyıl sonlarından itibaren sürekli kan kaybetti ve nihayet yüzyıllarca kendisine bağlı olan Balkan Devletlerine çok kötü bir şekilde yenilerek Rumeli’ndeki topraklarının neredeyse tamamını terk etmek mecburiyetinde kaldı.
Balkan yenilgisinin askerin siyasete karışması ve buna bağlı olarak kamplara ayrılması başta olmak üzere birçok sebepleri vardır. Fakat bu savaşta özellikle Bulgar öğretmenlerin büyük fedakârlıklar sergileyerek bir komite vazifesi görmesi, gençleri motive etmesi savaştan sonra gözlerin Türk öğretmenlere ve öğretmen yetiştiren kurumlara çevrilmesine neden oldu. Öğretmenler mağlubiyettin müsebbiplerinden sayıldılar. Dolayısı ile nitelikli öğretmen yetiştirme ile ilgili faaliyetler hız kazandı.
Mustafa Sâtı Bey, meşrutiyet sonrası çalkantılı günlerde Dârülmuallimîn’de görev yaptı. Burada görev yaptığı süre içerisinde ve sonraki yıllarda ülkenin kurtuluşunda en önemli amillerden gördüğü öğretmenlik kurumunun gelişmesi için kafa yordu Dârülmuallimîn’in üzerindeki medrese ağırlığını ortadan kaldırmaya çalıştı. Okulu Fatih’den Cağaloğlu’na taşıması, rahle yerine masa ve sıra koydurması, terlik, hasır vb. medreseyi çağrıştıran nesneleri ortadan kaldırması bu amaca matuf idi.
Ayrıca yukarıda dile getirdiğimiz yenilikler ile Dârülmuallimîn aynı dönemde birçok Avrupa ülkesinde eşine az rastlanır bir eğitim kurumu haline getirdi.
Birçok alanda eser veren Sâtı, pedagoji alanında yazdığı Fenn-i Terbiye isimli eseri Türkiye’de alanında ilk kitaptır. Bu eseri ile o zamana kadar bilinen eğitim-öğretim metotlarının yanlışlığına ve eksikliğine dikkat çekmiştir. Bu kitap öğretmen adayları ve mesleğe başlamış öğretmenler arasında başucu kaynağı vazifesi ifa etti.
Başyazarlığını yaptığı Tedrisat-ı İptidaiye Mecmuası on binin üzerinde basılıyor, memleketin en ücra yerinde görev yapan öğretmenlere ulaşılıyordu. Bu mecmua vasıtası ile öğretmenlerin eğitim camiası ile iletişimleri sağlanmış oluyordu.
Fırsat buldukça yurt içi gezileri düzenleyen Mustafa Sâtı, yetiştirdiği öğrencileri ve diğer öğretmenleri görev başında ziyaret ediyor ve onların eksiklerini gidermeye çalışıyordu.
Mustafa Sâtı Bey, dostları ve düşmanları tarafından eğitim alanındaki hakkı teslim edilen bir şahsiyet idi. Türk fikir tarihinde ilk batı tarzı saygın tartışmalardan birini maarif ve terbiye konusunda Ziya Gökalp ile yapan Mustafa Sâtı Bey’dir. O’nun bir diğer polemiği maarif nazırı Emrullah Efendi’yle “Tuba Ağacı Nazariyesi” etrafındadır. Eğitimdeki ıslahatta tepeden başlanması gerektiğini savunan bu görüşe karşı maarifin tabi bir şekilde ( bir “kiraz ağacı” gibi) tabandan başlayarak, ıslah edilmesi fikrini savunmuştur.
Mustafa Sâtı Bey’in, I. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’de yeterli münevver bulunduğu düşüncesiyle kendisine ihtiyacının bulunduğunu düşündüğü Arap ülkelerine gittiğinden bahsetmiştik. Satı Bey’in burada Arap kültürüne yaptığı katkılar, Arap milliyetliliğine ait söylemleri dolayısı ile “Arap nasyonalizminin” önde gelen isimleri arasında sayıldı. Bu hareketi ile de günümüze kadar süren tartışmalara neden oldu. İkili oynamakla, Türkiye’de iken de aslında Arapçı olmakla suçlandı.
Kanaatimizce Mustafa Sâtı Bey, Türkiye’de yaptıklarında kesinlikle samimi idi. O ev ortamında Türkçe konuşulan, Osmanlıya yürekten bağlı bir aileden geliyordu. Bildiği birçok yabancı dil gibi Arapçayı da sonradan öğrendi hatta ömrünün sonuna kadar Arapçayı Türk aksanı ile konuştu. Mustafa Sâtı Bey’in kitap ve makalelerine baktığımız zaman aynı dönemdeki birçok yazarın aksine çok temiz bir Türkçe kullandığını görürüz.
Mustafa Sâtı Bey, Osmanlı Devleti’nin bekası için, kendi alanında elinden gelen her şeyi yaptı. Ancak canı gibi sevdiği ülkesi bölünüp parçalanınca kendisini ait hissettiği, kendisine ihtiyaçlarının olduğunu düşündüğü insanların yanına yerleşti. Mustafa Sâtı Bey, hicretinden sonra da Türkiye’ye olan yakınlığını her fırsatta gösterdi. Milli mücadeleyi destekledi. Mustafa Kemal ve arkadaşları ile görüşmek amacı ile Anadolu’ya geçti ama bunda muvaffak olamadı. Aynı zamanda ömrünün önemli bir kısmını geçirdiği İstanbul sevgisini de devam ettirdi. Cumhuriyetten sonra İstanbul’u ve Muallim Cevdet gibi eski arkadaşlarını fırsat buldukça ziyaret etti.
Arap milliyetçiliğinin önde gelen isimlerinden olarak kabul edilmesi, hatta öldükten sonra Basçılar tarafından anısına resminin pullara verilmesi Onu Türk ve Osmanlı sevdalısı, bir münevver, Devlet-i Âliye’nin geleceği için insanüstü gayretler sarf etmiş bir eğitimci olark anmamıza bir mani teşkil etmezse gerektir.
* Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Öğrencisi, Evrenpaşa İlköğretim Okulu Sosyal Bilgiler Öğretmeni.
[1] Mustafa Ergün, “Satı Bey, Hayatı ve Türk Eğitimine Hizmetleri”, İnönü Ünivesitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. 1, 1987, s. 4.
[2] William L. Cleveland, An Arab Nationalist Sâtı Al-Husri, New Jersey, 1971, s. 13.
[3] Niyazi Berkes, İslamcılık, Ulusçuluk, Sosyalizm, Ankara, 1975, s. 85.
[4] Yılmaz Soyyer, Türk Sosyolojisinin Başlangıcında Bedi Nuri, İstanbul, 1996 s. 24.
[5] Hatice Başar, “Sâtı Bey ve Eğitimle İlgili Görüşleri”, Değerler Eğitimi Dergisi, S. 2, Nisan 2003, s. 48.
[6] Yahya Akyüz, “Tarihi Süreç İçinde Türkiye’de Öğretmen Yetiştirme Sorunu”, Öğretmen Yetiştiren Yüksek
Öğretim Kurumlarının Dünü Bugünü Geleceği Sempozyumu (Ankara 8–11 Haziran 1987), Ankara, Tarihsiz, s.32.
[7] W. L. Cleveland, age., s. 28.
[8] Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, İstanbul, 1994, s. 179.
[9] M. Sâtı Bey,Eğitim ve Toplumsal Sorunlar Üzerine Konferanslar, (Haz. Osman Kafadar, Faruk Öztürk)
Ankara, 2002, s. 1.
[10] BOA., Sicil-i Ahval Defterleri, No.112, s.387
[11] Yahya Akyüz, Türkiye’de Öğretmenlerin Toplumsal Değişimdeki Etkileri, Ankara, 1978, s. 147.
[12] BOA, İDH, Dosya: 1444, Gömlek: 1324 Ra-03; BOA, İDH, Dosya: 1444, Gömlek: 1324 S-68
[13] Satı, “Tanzimatçılık Meselesi”, İçtihad, c.4, S.64, 1329, s.1379–1383
[14] Osman Kafadar, “Türk Aydınının Sâtı Bey Hakkında Kimi Yanılgıları Üzerine Düşünceler”,Türkiye
Günlüğü, S. 46, (Yaz 1997), s. 98; W. L. Cleveland, age., s. 20.
[15] Mustafa Ergün, II. Meşrutiyet Devrinde Eğitim Hareketleri, Ankara, 1996, s. 125.
[16] BOA, ZB, Dosya: 24, Gömlek: 57
[17] BOA, ZB, Dosya: 325, Gömlek: 62; Hasan Ali Koçer, Türkiye’de Modern Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi,
İstanbul, 1970, s.174.
[18] “Sâtı Bey’in Avrupa Seyahati”, Tanin, No: 613, 4 Mayıs 1326; W. L. Cleveland, age., s. 30.
[19] Bayram Kodaman, Abdülhamid Devri Eğitim Sistemi, Ankara, 1991, s. 150.
[20] “Tuba Ağacı Nazariyesi” hakkında geniş bilgi için bkz., Sâtı, “Tuba Ağacı Nazariyesi”, Muallim, c. 1 , S. 12,
1Temmuz 1333, s. 359–366; H.Z.Ülken, age., s. 188–193; Rıza Kardaş, “Milli Eğitimizde Öğretmen
Yetiştirme Davası ve Tuba Ağacı Nazariyesi”, Türk Kültürü, S. 189, (Temmuz 1978), s. 538–546; Mustafa
Ergün, “Emrullah Efendi Hayatı Görüşleri ve Çalışmaları”, AÜDTCFD., C.XXX, S.1-2, Ankara, 1982, s. 7–
36; Muammer İpek, Emrullah Efendi’nin Eğitim Anlayışı, (Basılmamış Doktora Tezi) Ankara, 2001, 48–52
[21] Mustafa Ergün, “Sâtı Bey Hayatı ve Türk Eğitimine Hizmetleri”, İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,
S. 1, 1987, s. 4.
[22] Niyazi Berkes, Arap Dünyasında İslam, Milliyetçilik ve Sosyalizim, İstanbul, 1969, s. 92
[23] M. Satı Bey, Eğitim ve Toplumsal Üzerine Konferanslar, s. 2.
[24] H. Başar, agm., s. 48.
[25] M. Emin Erişgil, Bir Fikir Adamının Romanı, İstanbul, 1984, s. 148
[26] Adnan Adıvar, “Bir Asır Evvel Bugün Dârülmuallimîn”, Yeni Bilgi, C. 2, S. 11, 1 Nisan 1948, s. 3.
[27] O. Kafadar, agm., s. 100.
[28] Hatice Başar, Sâtı Bey’in Eğitim ile İlgili Görüşleri (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2001, s. 5
[29] Tedrisat Mecmuası, C.10, S. 44, Nisan 1919, s. 10–11.
[30] Mücellitoğlu Ali Çankaya, Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler,c. 2–3, Ankara 1954, s. 416; Bassam Tibi, Arab
Nationalizm, New York, 1991, s. 161.
[31] Adeed Dawisha, Arab Nationalizm in The Twentieth Century, Princeton, 2003, s. 49.
[32] Ercüment Kuran, “Osmanlı Vatanseveri Sâtı Bey”, Türkiye Günlüğü, S.34, Mayıs-Haziran, 1995, s. 18–20,
P.J. Sluglett, Encyclopedia of Arabıc Literature, C. 1, London 1998, s. 299.
[33] Marwan K. Buheıry (Edit.), Itellectual Life in The Arab East,1890–1939, Walid Kazziha, Another Reading
Into Al-Husari’s Concept of Arap Nationalism, Beirut, 1981, s. 154-164.
[34] Donald Malcolm Reid, Abu Khaldun Sâtı al-Husri, The Oxford Encyclopedia Of The Modern Islamic World,
C. II, New York, 1995, s. 156.
[35] Sâtı, “Dârülmuallimîn Mesleği”, Tedrisat-i İptidaiye Mecmuası, S. 6, 15 Temmuz 1326, s. 194.
[36] Sâtı, Lâyihalarım, , İstanbul, 1326, s. 6.
[37] Sâtı, Lâyihalarım, s. 16.
[38] Sâtı, Lâyihalarım, s. 47.
[39] Sâtı, “Maarifimizin En Büyük Yaresi”, Ümmet, Sene: 1, NO:9, 1326, s. 4.
[40] Sâtı, “Dârülmuallimîn Mesleği”, s. 188.
[41] Sâtı, Lâyihalarım, s. 1.
[42] Sâtı,Lâyihalarım, s. 2.
[43] Sâtı, “Meşrutiyetten Sonra Maarif Tarihi”, Muallim, S. 19, C. 2, 15 Şubat 1334, s. 664.
[44] Sâtı, “Maarifimizin En Büyük Yaresi”, s. 3.
[45] Sâtı, “Meslek Aşkı ve Fedakârlık”, Tedrisat- İptidaiye Mecmuası, Sene:1, NO:5, 15 Haziran 1326, , s. 142.
[46] Sâtı, “Mesaide İntizam ve Program”, Tedrisat-ı İptidaiye Mecmuası, Sene:1, NO: 9, 15 Teşrin-i Evvel 1326, s.
101–104.
[47] Muallim Cevdet, Mektep ve Medrese, (Hazırlayan Erdoğan Erüz), İstanbul, 1978, s. 74; Cavit Binbaşıoğlu, Türkiye’de Eğitim Bilimleri Tarihi, İstanbul 1995, s. 135.
[48] Nafi Atuf, Türkiye Maarif Tarihi Hakkında Bir Deneme, C. II, İstanbul, 1932 s. 36.
[49] Sâtı, “Usul-i Takrir ve Usul-i Tekşif”, Tedrisat-ı İptidaiye Mecmuası, S.8, 1326 s. 59.
[50] Sâtı, a.g.m., s. 60–61.
[51] Sâtı, “Tedrisatta İsticvap”, Tedrisat-ı İptidaiye, Sene: 1, NO:10, 1326, s. 177.
[52] M. Tınaz Titiz, Ezbersiz Eğitim Yol Haritası, Ankara, 1999, s. 41–53, 67–93.
[53] Sâtı, “Ezbercilik”, Tedrisat-i İptidaiye Mecmuası, S. 16, 15 Nisan 1327, , s. 213.
[54] Sâtı, “Usul-ı Tedrisin Kuvaid-i Esasiyesi,” Sene:1, NO:6,1326, s. 199.
[55] Sâtı, “Usul-ı Tedrisin Kuvaid-i Esasiyesi,” s. 214.
[56] Sâtı, “Usul-ı Tedrisin Kuvaid-i Esasiyesi,” s. 215.
[57] Sâtı, “ Dârülmuallimîn Mesleği”, s.186; Lâyihalarım, s. 3.
[58] Sâtı, Lâyihalarım, s. 7–9.
[59] Sâtı, “ Dârülmuallimîn Mesleği”, s.191; Lâyihalarım, s. 11.
[60] Sâtı, Lâyihalarım, s. 28.
[61] Sâtı, Lâyihalarım, s. 12.
[62] Sâtı, Lâyihalarım, s. 24.
[63] Sâtı, Lâyihalarım, s. 25.
[64] Adnan Şişman, Tanzimat Döneminde Fransa’ya Gönderilen Osmanlı Öğrencileri, Ankara, 2004, s.52
[65] Sâtı, Lâyihalarım, s. 48.
[66] Sâtı, Lâyihalarım, s. 47.
[67] Sâtı, Lâyihalarım, s. 52.
[68] Sâtı, “Muallimlik ve Siyaset”, Tedrisat-i İptidaiye Mecmuası, S.16, 17 Temmuz 1327, s. 115, 116.
[69] Sâtı, “Muallimlik ve Siyaset”, s. 113.
[70] M. Satı Bey, Eğitim ve Toplumsal Sorunlar Üzerine Konferanslar, s. 50.
[71] Cemil Öztürk, Atatürk Devri Öğretmen Yetiştirme Politikası, Ankara 1996 s. 24.
[72] Sâtı, Lâyihalarım, s. 1.
[73] H.Raşit Öymen, “ Muallim Mekteplerinin 100. Yılı”, Yeni Bilgi, , S.13, 1 Haziran 1948, s. 16.
[74] İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Talim ve Terbiyede İnkılâp, İstanbul, 1329, s. 90.
[75] Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul, 2004, s. 230; Sâtı, Meşrutiyetten Sonra Maarif Tarihi,
s. 658.
[76] Faik Reşit Unat, Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, Ankara, 1964,s. 34.
[77] Hasan Ali Koçer, Türkiye’de Öğretmen Yetiştirme Problemi, Ankara 1967, s. 51.
[78] H.Raşit Öymen, a.g.m., s. 15.
[79] Cavit Binbaşıoğlu, Türkiye’de Eğitim Bilimleri Tarihi, İstanbul, 1995, s. 82.
[80] Yahya Akyüz,Türkiye’de Öğretmenlerin Toplumsal Değişimdeki Etkileri, s. 77.
[81] Cavit Binbaşıoğlu, a.g.e.,s.86
[82] Sâtı, a.g.m. s. 659;Tayip Duman, “ Osmanlıda Öğretmen Yetiştirme Sistemi”, Osmanlı Ansiklopedisi, C.5
Ankara 1999, s.311; Sâtı, “ Numune ve tatbikat Mektebi İptidaisi”, Tedrisat-i İptidaiye Mecmuası, S.14,
1327, s. 41–43; Tedrisat-i İptidaiye Mecmuası, “Tatbikat Mektebi Programı”, S.17, 1327, s.161–183
[83] Hasan Ali Yücel, Türkiye’de Orta Öğretim, Ankara 1994, s.552.
[84] Muallim Cevdet, “Dârülmuallimîn’in Yetmişinci Sene-i Devriyesi Münasebetiyle Verilen Konferans”,
Tedrisat Mecmuası, S.32, 1334,s.199.
[85] Cavit Binbaşıoğlu, Eğitim Düşüncesi Tarihi, Ankara 1982,s.168.
[86] Sâtı, “ Dârülmuallimîn Mesleği”, s.188
[87] Osman Kafadar, Türk Eğitim Düşüncesinde Batılılaşma, Ankara 1997, s.194.
[88] Ersoy Taşdemirci, “Türklerde Eğitim”, s.197, Türk Düşünce Tarihi, (Yay. Haz. Hüseyin Gazi Topdemir),
Ankara, 2001
[89] Sâtı, a.g.m. s.189
[90] Muallim Cevdet, a.g.m.,s.198
[91] İlhan Tekeli, Selim İlkin, Osmanlı İmparatorluğunda Eğitim ve Bilgi Üretim Sisteminin Oluşumu ve
Dönüşümü, Ankara, 1993, s.85.
[92] Nafi Atuf, Türkiye Maarif Tarihi Hakkında Bir Deneme, İkinci Kitap, İstanbul, 1932,s.33–34
[93] Sâtı, a.g.m. s.190.
[94] Sâtı, “ Dârülmuallimînin Bir Senelik Hayatı”, Tedrisat-i İptidaiye Mecmuası, NO:10, 15 Ağustos 1327, s.83
[95] Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi, İstanbul 1977,s.585; Dârülmuallimîn öğrencisinin maddi durumunun
düzeltilmesi ile ilgili olarak bkz., Yahya Akyüz, “ Dârülmuallimîn’in İlk Nizamnamesi Önemi ve Ahmet
Cevdet Paşa”, Milli Eğitim, S.95, Mart 1990, s.6.
[96] Mustafa Ergün, II. Meşrutiyet Devrinde Eğitim Hareketleri, s. 316.
[97] Muallim Cevdet, a.g.m. s.200.
[98] Sâtı, “Dârülmuallimîn Mesleği”, s.189.
[99] Cavit Binbaşıoğlu, Türkiye’de Eğitim Bilimleri Tarihi, s. 86.
[100] Tedrisat-i İptidaiye Mecmuası, S.15,15 Ağustos 1327,s.87. (Tevfik Fikret’in mecmuada marşın altına düştüğü
tarih 20 Temmuz 1326’dır)
[101] Cavit Binbaşıoğlu, Eğitim Düşüncesi Tarihi, s.145
[102] Cemil Öztürk, “Dârülmuallimîn”, TDVİA, C.8, İstanbul, , 1993, s. 552.
[103] Faik Reşit Unat, a.g.e. s. 34.
[104] Yahya Akyüz, Başlangıçtan 2001’e Türk Eğitim Tarihi, İstanbul, 2001, s. 278.
[105] Sâtı, a.g.m. s. 191.
[106] İsmail Hakkı Tonguç, İlköğretim Kavramı, C.1, İstanbul, 1946 s. 187.
[107] Sâtı, “Dârülmuallimîn’in Bir Senelik Hayatı”, s. 82.
[108] Mustafa Ergün, a.g.e. s. 316.
[109] Sâtı, “ Dârülmuallimîn Mesleği”, s.191. Ziraat dersini tatbiki olarak işlemek için tarla bulmak zorluğu
ülkenin diğer Dârülmuallimîn’lerinde de yaşanıyordu. Bkz: BOA, DH.UMVM,133-11,64,71
[110] Sâtı, “ Muallimlik ve Siyaset”, Tedrisat-i İptidaiye Mecmuası, s.113.
[111] Muallim Cevdet, a.g.m. s. 200; Osman Ergin, a.g.e. s.585; H.Raşit Öymen, a.g.e. s. 15.
[112] Hasan Ali Yücel, a.g.e. s. 552.
[113] Yahya Aküyüz, a.g.e. s. 390.
[114] Sâtı, Lâyihalarım, s. 8.
[115] Sâtı, “Usul-i Takrir ve Usul-i Tekşif”, s.58–69;Yahya Akyüz, a.g.e. s. 255.
-------------------------------------------------------------------------------- 1869 MAARİF-İ UMUMİYE NİZAMNAMESİ VE ÖĞRETMEN YETİŞTİRME TARİHİMİZDEKİ YERİ
Maarifi-i Umumiye Nizamnamesi
Osmanlı Devleti’nde batıya yöneliş ve batı türü okulların açılışı 1776 yılına kadar[1] uzanırsa da batılı anlamda, modern genel eğitim kurumlarının oluşturulmasında 1869 Nizamnamesi temel teşkil eder.[2] Çünkü söz konusu nizamname ile eğitim çok parçalı yapıdan kurtarılmaya çalışılmış ve o tarihe kadar müstakil olarak yapılan maarifteki yenilik hareketleri Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile bütün ve planlı olarak devam etmiştir.[3]
Maarif Nizamnamesinden önce Osmanlı Devleti’nde eğitim sistem ve düzenden yoksundu ve bu alanda bir keşmekeş hali yaşanıyordu. Bu karışıklığa bir örnek vermek gerekirse; sıbyan okulları ıslah edilmeden bu okulların devamı olarak Rüştiye okulları açılmıştı. Fakat bunlarda tam bir ortaokul kimliği yoktu. Üstelik bu okulların bağlı olduğu kurumlar bile farklıydı. İlki Evkaf nezaretine ikincisi Maarif Nezaretine bağlıydı.[4]
1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi, eğitimi bir devlet meselesi olarak mütalaa eden,[5] Türk Eğitim tarihinde en şümullü düzenleme ve ıslahat hareketi olarak eğitim tarihimizdeki yerini almıştır.[6]
Nizamname’nin yayınlanmasından iki yıl önce, 22 Şubat 1867’de Fransa’nın Osmanlı Hükümeti’ne verdiği notada eğitim ile ilgili isteklere de yer verilmişti.
[7] Notada yer alan eğitim meseleleri içerisinde öğretmen yetiştirme meselesinin yanı sıra Hıristiyan okullarının korunması, yenilerinin açılması, ülkedeki bütün okulların karma hale getirilmesi, herkesin yararlanabileceği kütüphaneler açılması vb. konular vardı.[8] Hazırlanan Maarif Nizamname’sinde adı geçen olayın etkisi olduğu söylenir. Sadullah Paşa’nın başkanlığını yaptığı yedi kişilik heyet Fransız İhtilali’nden, o vakte kadar Fransa’nın eğitim alanındaki yaptıklarını ve yapmak istediklerini ayrı ayrı incelemiş, ülkenin şartlarını da göz önüne alarak bir nizamname hazırlamıştır.[9] Bu nedenle Nizamname’de büyük ölçüde Fransız tesirini görmek mümkündür.
Maarif-i Umumiye Nizamnamesini hazırlanmasında büyük emeği geçen zat, tarihimizde seçkin bir yeri bulunan ve 1867–1871 tarihleri arasında Maarif Nazırlığı yapan Safvet Paşa’dır.[10] Tanzimat döneminin önemli Maarif Nazırlarından, doğu ve batı dillerine vakıf olan Safvet Paşa, aslında Reşit Paşa’nın yönlendirmesi ile bir diplomat olarak yetişmişti.[11] Nizamnamenin hazırlanmasına diğer katkıda bulunanlar ise, Şurây-ı Devlet Maarif Dairesi Başkanı Kemal Paşa, Sadullah Paşa, Recaizade Mahmut Ekrem, Ebuziya Tevfik, Mehmet Mansur, Dadyan Artin ve Dragon Tzankoff gibi dönemin önde gelen eğitimcileri idi.[12]
Maarif-i Umumiye Nizamnamesi 5 bölüm ve 198 madde olarak hazırlanmış ve eğitimin hemen hemen her konusu ile ilgilenmiş bir kanun mahiyetinde idi.[13] Nizamname ilkokuldan üniversiteye tüm öğretim kademelerinde yapılacak eğitim ve öğretimin özelliklerini; okutulacak dersleri, kayıt kabul işlerini, kız ve erkek çocukların öğrenimlerini ne şekilde yapacaklarını idarecilerin, hizmetlilerin ve öğretmenlerin aylık ücretlerini vb. konuları bir kurala bağlıyordu.[14]
Bu Nizamname ile örgün eğitim, ilk, orta ve yüksek şeklinde derecelendirilmiştir.
[15] Bunlar Mekâtib-i Sıbyâniye, Mekatib-i Rüştiye, Mekâtib-i İdadiyi, Mekâtib-i Sultaniye, Mekatib-i Âliye olmak üzere beş kısma ayrılmıştı.[16] Maarif Nizamnamesi, Sıbyan mekteplerinden[17], Darülfünuna[18] medrese dışı eğitimin bütün kademeleri için önemli bir girişimdir. Yine bu nizamname ile yabancı okullar ve azınlık okulları ile de ilgili yenilikler getirmiş, söz konusu okulları devlet denetimi altına almıştır.[19]
1869 Maarif Nizamnamesinin gündeme getirdiği yenilikler, yapmaya çalıştığı ıslahatlar arasında medreseler ile ilgili herhangi bir düzenleme yoktur. Bu durumu eğitimi medresenin, dolayısı ile dinin etkisinden kurtararak laikleştirmek olarak yorumlayanlar vardır. Fakat bu şekilde, yüzyıllardır Osmanlı eğitim hayatının en önemli kurumu olagelen medreseler ıslah edilme şansını yitirmiş, yaygın ve kıymetli bir eğitim müessesesi gözden çıkarılmıştır.
[20]
“ Tarif ve beyandan azade olduğu üzere umran-ı alemin menbaı aslisi fünun ve maarif olup an bean semt-i kemale mail nev’i insanın medeniyetce müsait olduğu terakkiyatı istihsal edebilmesi ve hıref ü sanayie müteallik ihtiraat ve tesisat-ı nafiayı meydana getirmesi ilim ve marifete mevkuftur.”[21] Paragrafı ile başlayan, 24 Cemaziyelula 1286 tarihli mazbatada Nizamname’nin yayınlanma sebebi şu şekilde belirtiliyordu:
“Nizamname-i mezkûrun ahkâm-ı esaiyesi evvelâ tahsil-i ilm-i marifet için mecburiyet kaidesinin vaz’ı, saniyen mekâtib-i umumiyenin aksam ve derecat-ı muhtelifeye taksimi, salisen, usul-i talimin tertip ve tanzimi, rabian, heyet-i talimiyenin tezyid-i malûmat ve itibarını ve terfih-i halini mucib olacak vesailin tetmimi, hamisen maarif idare-i merkeziyesinin tensik ve tanzimiyle vilayatta dahi şuabat-ımukteziyenin teşkili, sadisen talebenin şevk ve gayretini calip bazı kavaidi imtahiyenin vaz’ı ile meratib-i muhtelife-i tahsilin istihkakını tayin için rüus itası usulünün ihdası, sabian tesisat-ı ilmiyenin teksir ve tamimi, saminen maarif-i umumiye tahsisatı içinahaliden bir iane-i mürettebe ahzı hususları…”[22]
1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile aşağıdaki yenilikler amaçlanıyordu.[23]
1. İlköğretimi zorunlu hale getiriyordu.[24]
2. Okulları muhtelif kısımlara ve derecelere ayırıyordu.
3. Bin evden fazla eve sahip yerleşim yerlerinde idadi açılıyor, 500 ev bulunan kasabalarda rüştiye açılması hedefleniyordu. Sıbyan okulları ise her köyde ve her mahallede bulunacaktı. Ayrıca İstanbul’da bir Darülfünun açılması tasarlanıyordu.[25]
4. Eğitim-öğretim işini bir düzene koymaya çalışıyordu.
5. Öğretmenlerin iyi yetişmeleri ve itibarlarının artırılması için çareler arıyordu.
6. Maarif Nezareti teşkilatında da yenilikler getiriyor, vilayet maarif meclisleri teşkil ediyordu.
7. Öğrencileri daha iyiye motive edecek yeni kaide ve usuller getirmeye çalışıyordu.
8. Eğitim- öğretim giderleri için halkın da maddi katkıda bulunması için tedbirler alıyordu.[26]
9. İlimi faaliyetlerde bulunan kurum ve kuruluşların yaygınlaştırılması amaçlanıyordu.
10. Eğitimin maddi yönü için halkın yardımı isteniyordu.[27]
Ayrıca eğitimin temelini teşkil eden öğretmen yetiştirilmesi meselesi nizamnamede yer alan konulardandır.
Öğretmen Yetiştirme Tarihimizdeki Yeri
1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nde öğretmen okulu “Mekatib-i Aliye” yani Yüksek Okul olarak sınıflandırılmıştır ve ilgili okulların başında gösterilmiştir. Nizamname’nin 51 maddesinde “Mekatib-i âliye Dârülmuallimîn ve Dârülmuallimat ile Fünun ve Sanayi muhtelife mektepleridir” denilmektedir.
[28]
Nizamname Dârülmuallimîn’i ve Dârülmuallimat’ı ayrı ayrı olarak ele almıştır. 57–67 arası on madde Dârülmuallimîn ile 68 ile 78 arasındaki maddeler Dârülmuallimat (Kız Öğretmen okulu) ile ilgili maddelerdir.
Nizamnameye göre, ülkedeki okulların çeşitli kademelerine öğretmen sağlamak üzere İstanbul’da büyük bir Darülmuallim kurulacaktı. Bu büyük öğretmen okulunun, rüştiye, idadi ve sultani olmak üzere üç şubeden oluşması planlandı.[29]
Rüştiye şubesi iki kısımdan müteşekkil olacaktı. Birinci kısımda Müslüman rüştiyeler için, ikincisinde ise gayr-ı Müslim rüştiyeleri için öğretmen yetiştirilecekti.[30] Rüştiye şubesinde üç yıl tahsil yapılması planlanmakta ve bu şube Ulum ve Edebiyat sınıflarına ayrılmakta ve her sınıfta farklı dersler okutulmaktaydı.
Edebiyat Sınıfında
Türkçe, kitabet ve inşa
Söz konusu diller ile öğrenim görebilecek derecede Arapça ve Farsça
Her cemaatin kendi lisanı
Genel tarih (Her milletin kendi lisanı ile okutulacaktı.)
Ulum Sınıfında
Yazı
Hesap
Defter tutma usulü (Öğrenci, mensup olduğu milletin dili ile bu dersi tahsil edecekti.)
Geometri
Alan ölçüleri
Cebir
Nizamnamede planlanana göre, idadilere derse girecek öğretmen adaylarının rüştiyeden bir yıl daha az yani iki yıl öğrenim görecekti. İdadi şubesi de Edebiyat ve Ulum olmak üzere iki sınıfa ayrılmıştı. Sınıflarına göre şu dersleri alacaklardı.
Ulum Sınıfında Edebiyat Sınıfında
Biyoloji Arapça ve Türkçeden tercümeler
Analitik geometri Türkçe şiir ve nesir
Cebir Fransızca
Fizik Osmanlı yasaları
Kimya Mantık
Resim Uluslar arası ekonomi
Dârülmuallimîn Sultaniye şubesinin tahsil süresi üç yıl idi. Bu şube de diğerleri gibi iki sınıftan müteşekkil idi ve farklı dersler okutuluyordu. Sınıflara göre okutulan dersler şunlardı:
Ulum Sınıfında Edebiyat Sınıfında
Düzlem ve küresel üçgenler Mükemmel şiir ve nesir
Analitik geometri Çok iyi derece Arapça ve Farsça
Koni Sözcük Bilgisi
Kaldıraç Türkçeden Fransızcaya, Fransızcadan Türkçeye tercüme
Astronomi Milletler hukuku
Tarım ve endüstriyel kimya Resim
İyi derecede botanik
Jeoloji
Arazi ölçümleri resim
Maarif-i Umumiye Nizamnamesinin elli yedinci maddesinde “Dârülmuallimîn’in bir müdürü, lüzumu kadar muallimi ve iki tane bevvabı (hizmetlisi) bulunacaktır” denmektedir. Görüldüğü üzere, öğretmen için kesin bir rakam belirtilmemiştir.[31]
Nizamname ücret konusuna da değinmiş, müdire beş bin, öğretmenlere ise iki bin ile dört bin arası maaş uygun görülmüştür.[32]
Öğrenci alımında rüştiye, idadi ve sultani diploması olanlara öncelik verilerek imtihansız olarak okula yerleştirilecekler diploması olmayanlar ise bir heyet huzurunda sözü geçen şubelerden birine gündüzlü (nehari) olarak alınacaklardı.[33]
Nizamname, genel Osmanlı Eğitim sistemine uyarak Dârülmuallimîn’i burslu olarak düşünüyordu ve öğrencilere mensubu oldukları şubelere göre aylık veriyordu. Buna göre; Rüştiye şubesinde bulunan talebeye seksener, idadi şubesi mensuplarına yüzer, sultaniye şubesinde bulunanlara ise yüz yirmişer kuruş aylık maaş verilecek idi. Ancak şartlar gereği öğrencilerden sadece yüz tanesine burs verilebilecekti. Bu öğrencilerden kırk tanesi Rüştiye öğrencisi geriye kalan altmış tanesi ise otuzar kişi olmak üzere idadi ve sultani şubelerine devam eden öğrencilerden olacak idi. Burs artığı takdirde en kıdemli öğrenciye tahsis edilecekti.[34]
Maarif-i Umumiye Nizamnamesini hazırlayanlar öğretmen adaylarının terfi siteminden yararlanmasını istiyordu. Şöyle ki; Rüştiye şubesinde tahsilini tamamlayanlar arzu ederlerse rüştiye öğretmeni, isterlerse idadi şubesine devamla idadi öğretmeni olabilirlerdi. Yine, idadi şubesinde okuyanlar, idadi öğretmeni olmaya hak kazandıklarında sultani şubesine devam ederek sultanilerde görev alabileceklerdi.[35]
Nizamname, öğretmen namzetlerine, öğretmen okulunu bitirdikten sonra görev mecburiyeti getiriyordu. Mezun olanlar, “Muallimlik memuriyetini” kabule mecburdu.[36]
Dârülmuallimînden mezun olanlar, Nizamnameye göre diğer öğretmen olmak isteyenlere karşı önceliklere sahip idiler. Maarif Nizamnamesi’nin 63. maddesinde “Dârülmuallimîn’de tahsil etmiş olan muallimlerin, mekâtib-i umumiyeye muallim olmak için sairlerine hakkı-ı rüçhanı olacaktır ” denilmektedir. Bu madde ile öğretmenlik ilk kez ayrı bir meslek olarak resmen tanınıyordu.[37]
Fakat bu “Hakk-ı rüçhan” şarta bağlı idi. Beş sene mazeretsiz olarak öğretmenlik yapmayanlar, öncelik haklarını kaybedecekler ayrıca öğrencilikleri zamanında aldıkları bursları geri ödeyecekler idi.[38]
Nizamname muallim adaylarına, okulu erken bitirme şansı tanıyordu. Altmış beşinci maddede şöyle deniyordu: “Müddet-i muayyene-i tahsiliyesini ikmal etmeksizin bulunduğu şube derslerinden imtihan olmak câiz olup, isbat-ı liyakat eden muallimliğe kabul kılınacaktır”
Kurulması tasarlanan büyük Dârülmuallimîn’in şubeleri içerisinde Dârülmuallimîn-i Sıbyan yoktu ancak 1869 Maarif-i Umumiye nizamnamesi 15 Kasım 1868’de kurulan bu okulun yönetimini de büyük Dârülmuallimîn’e bağlıyordu.[39]
Kurulacak olan büyük Dârülmuallimîn’e zengin bir kütüphane düşünülüyordu. Ayrıca fen grubu derslerini işlemek için gerekli araçlar da eksiksiz olacaktı.
1869 Maarif Nizamnamesi’nin Dârülmuallimînler ile ilgili maddelerinin bütünü uygulanamadı. Ama 1874 yılında “İstanbul Dârülmuallimîn”i adını taşıyan, içinde sıbyan, rüştiye ve idadi şubelerinin mevcut olduğu büyük Dârülmuallimîn açıldı.[40]
Osmanlı Devleti’nde kız çocukları için ilkokuldan sonra gidebilecekleri okul yoktu. Maddi durumu müsait olan aileler çocuklarına özel hocalar tutarak eğitimlerini devam ettirmeye çalışıyorlardı.[41] İşte kız çocukları için yeni açılacak olan rüştiyelere ve daha önceden mevcut olan kız mekatib-i sıbyan okullarına bayan öğretmen yetiştirmek amacı ile nizamnamede bir Dârülmuallimat kurulması tasarlandı. Adı geçen okul Maarif-i Umumiye Nizamnamesinin yayınlanmasından bir yıl sonra 1870 tarihinde açıldı.[42]
1869 Nizamname’sinin kadınların eğitim konusundaki faydası elbette yalnız bayan öğretmen yetiştirme konusunda olmadı. Bu nizamname ile kadının eğitimi için sınırlı da olsa önemli bir takım yenilikler başladı. İlk defa kadınlara mahsus mesleki eğitime yönelik bir kız sanayi mektebi, bugünkü kız meslek liselerine benzerlik gösteren, Yedi Kule Kız Sanayi Mektebi açıldı.[43]
1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi, II. Abdülhamit zamanında ilan edilen 1876 Kanun-i Esasi’ye kadar kızların ilköğretimi konusunda hukuki alanda atılmış en önemli adım olarak kaldı.[44]
Nizamnamede Dârülmuallimat’ın sıbyan ve rüştiye olmak üzere iki şube ve her şubede kendi arasında, Müslüman ve gayr-ı müslimlere mahsus olarak iki sınıf halinde taksim kılınmıştı.[45]
Sıbyan şubesinin öğrenim süresi iki sene olup aşağıdaki dersler okutulacaktı:
Din dersine giriş
Osmanlıca dil bilgisi ve kitabet
Öğretim yöntemi
Her milletin kendi lisanı
Ahlak bilgisi
Hesap ve defter tutma usulü
Osmanlı tarihi ve coğrafyası
Faydalı bilgiler
Musiki
Dikiş ve nakış
Din dersine giriş dersi her cemaatin kendi dili ile okutulacak ve ruhani liderlerinin tayin ettiği kişiler tarafından okutulacaktı.
Rüştiye şubesinin “Müddet-i tahsiliyesi” ise üç yıl olup müfredat programında şu dersler yer alıyordu:
Din dersine başlangıç
Osmanlıca dil bilgisi ve nesir bilgisi
Arapça ve Farsça
Her cemaatin kendi lisanı
Ahlak bilgisi
Ev idaresi
Tarih ve Coğrafya
Matematiğe geriş ve botanik
Resim
Musiki
Biçki-dikiş
Din dersi sıbyan şubesinde olduğu gibi her cemaatin kendi lisanı ve din adamları tarafından okutulacaktı.[46]
Nizamnamede Dârülmuallimat için bir müdire ve çeşitli branşlarda lüzumu kadar bayan öğretmen, nakış ustası ve iki hizmetçi bulundurulması tasarlanmaktaydı.[47] Fakat söz konusu devirde bayan öğretmen sıkıntısı olduğundan bu ihtiyaç erkek öğretmenler vasıtası ile giderilecekti. Bu konuda Maarif-i umumiye nizamnamesinin yetmiş birinci maddesi şöyle diyordu; “Kadınlardan matlub-ı vechile muallime yetiştirilinceye kadar müsinn ve edip olmak şartıyla zükûrdan muallim tayini caiz olacaktır” Erkek öğretmenlerde yaşlı ve edepli olmaları yanında aranılan bir diğer özellik de fizikî anlamda çirkin olmaları idi.[48]
Kız Öğretmen Okulu çalışanlarının ne kadar aylık maaş alacakları da nizamnamede belirtilmiştir. Müdirenin 1.500 kuruş, öğretmen ve ustalarınki, 750 kuruş, hizmetçileri ise 150 kuruş maaşları olacaktı.[49]
Dârülmuallimata girmek isteyen kızlar, sıbyan veya rüştiye şahadetnamelerine sahip iseler, imtihansız olarak okula kayıt yapabilecekler fakat her iki okulun diplomasına sahip olmayanlar bir heyet huzurunda imtihan olduktan sonra derecelerine göre her iki şubeden birine alınabileceklerdi.[50]
Nizamname sıbyan şubesinden mezun olanlara sıbyan okullarında öğretmen olma yahut rüştiye şubesine devam etme seçeneklerini kendi isteklerine bırakmaktaydı.
Nizamname öğretmen okulundan mezun olanlara öğretmenlik için yeterlilik imtihanı vb. şartlar getirmemekte ancak “Hizmet-i ta’limiyeyi” zorunlu tutmaktaydı. Kız Öğretmen Okulu mezunları geçerli bir özürleri olmadan en azından beş yıl öğretmenlik yapmadıkları takdirde öğrencilik sırasında almış oldukları burslar geri alınacak ve bu gibilerin öğretmen atamada sahip oldukları hakları elinden alınacaktır.
[51]
Nizamname, Dârülmuallimat mezunlarına öğretmenliğe atanmada diğerlerine göre öncellik tanımıştır fakat arz talep meselesi göz önüne alındığında bahsedilen yıllarda zaten muallime sıkıntısı çekilmekteydi. Dârülmuallimat mezunlarının bu “Hakk-ı rüçhan”ı ilerleyen yıllarda çok sayıda bayan öğretmen yetiştirildikten sonra ortaya çıkacak durumlar için alınmış bir tedbir olarak düşünülebilirse de Dârülmuallimînlerde de benzer bir durumun olduğu göz önüne alındığında adı geçen okulların öğretmen yetiştiren bir meslek okulu olarak kabul edilmesine rağmen başka kaynaklardan da öğretmen alımına kapının açık bırakıldığı görülür.[52]
Nizamname’nin Dârülmuallimat’la ilgili son maddesinde[53] okuyacak öğrenci sayısı elli olarak düşünülmüştür. Yine adı geçen maddede öğrencilerin alacakları aylık burs miktarları da belirlenmiştir. Buna göre, sıbyan şubelerinde okuyan öğrenci otuz, rüştiye şubesinde okuyan öğrenciler ise altmış kuruş alacak idi. Görüldüğü üzere sıbyan ve rüştiye sınıfları arasında burs miktarı olarak yarı yarıya idi. Her iki şubede okuyan öğrencilerin benzer ihtiyaçları olduğu düşünülürse rüştiye şubelerinin iki kat burs alması çok ilginç bir olaydır.
Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nin öğretmen yetiştirme ile ilgili maddelerini inceledikten sonra şunları söylemek mümkündür;
1. Öğretmen yetiştirme meselesi ciddi bir şekilde ele alınmıştır.
2. Memleketin öğretmen ihtiyacını gidermek amacıyla düzenlemeler yapılmıştır.
3. Öğretmenlere terfi sistemi getirmiştir. Yani öğretmen yetiştiren bir üst öğretime devam imkânı sağlamıştır.
4. Dârülmuallimîn ve Dârülmuallimat müfredat programına meslek bilgisine yönelik dersler bırakılarak öğretmenlerin mükemmel yetişmeleri amaçlanmıştır.
5. Yeni kurulacak olan Dârülmuallimîn ve Dârülmuallimatların kütüphane, laboratuar vb. ihtiyaçları düşünülmüştür.[54]
SONUÇ
Osmanlı Devleti, şevketli çağında bütün kurum ve kuruluşları ile yaşadığı çağın ihtiyaçlarına cevap verebiliyordu. Doğal olarak, eğitim alanında da her hangi bir sıkıntı söz konusu değildi.
Osmanlı eğitiminin temelini oluşturan sıbyan mektepleri ülkenin köylerde dâhil bütün yerleşim yerlerinde mevcuttu. Ülkenin en önemli eğitim kurumları ise medreselerdi. Medreseler, müderris, kadı, öğretmen, memur gibi çeşitli meslek dallarında devlete insan yetiştiriyordu. Devlet adamı yetiştiren seçkin eğitim kurumu Enderun ise çağının ötesinde bir müessese idi.
Fakat Osmanlı Devleti’nin duraklama döneminden itibaren görülmeye başlayan bozulma eğitimi de kapsadı. Osmanlı, 18. yy.dan başlayarak Avrupa’nın üstünlüğünü kabul etti ve bunun sonucu olarak da Batı’yı örnek alarak kendini yenilemeye çalıştı.
İşte bu çabanın eğitim alanında en belirgin yansıması 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’dir. Nizamname’den önce elbette bu yönde çalışmalar vardır. Ancak eğitimde gerçek anlamda, Batılılaşmada milat adı geçen nizamnamedir.
Öğretmen yetiştirme tarihimize baktığımızda ilk öğretmen yetiştiren okulun, (Dârülmuallimîn-i Rüşdi) , Nizamname’den önce 1848 yılında kurulduğuna şahit oluruz. Fakat Nizamname ile açılması düşünülen öğretmen okulları eğitim, öğretim ve program yönünden daha ileridir. Ayrıca bu Nizamname ile öğretmenlik mesleği, ayrı, müstakil bir meslek olarak tarif edilmiş ve kurumsallaştırılmaya, saygınlık kazandırılmaya çalışılmıştır.
Ayrıca1869 Nizamnamesi’nin bir amacı da kadrolu muallim sayısını artırmak olmuştur. Şöyle ki: Öğretmen sıkıntısı nedeni ile asıl işi dışında öğretmenliği ek iş olarak yapan kimseler birçok eğitim kurumunda ders verebiliyorlardı. 1869 Nizamnamesi seyyar öğretmenlerin sayısını azaltmayı planlamıştır.
Netice itibarı ile şunu söylemek icap eder; Abdülhamit Dönemi’ndeki eğitim faaliyetlerinde ve sonrasında II. Meşrutiyet dönemindeki eğitim sahasında vuku bulan “Arayış” ve “Bocalayış” larda 1869 Nizamnamesi’nin etkilerini görmek mümkündür
*Evrenpaşa İlköğretim Okulu Sosyal Bilgiler Öğretmeni
[1] Deniz subay ve mühendisleri yetiştirmek üzere Kasımpaşa Tersanesi’nde yaptırılan özel binada “Hendesehane” adı ile kurulan okulun açılması.
[2] 1869 Maarif Umumiye Nizamnamesi’nin için bkz: Meclis-i Tanzimat Defteri NO:2, s. 221–245; Düstur, 1. Tertip, c.2, s. 184–219 (Öğretmen okulları ile ilgili kısmı, s. 194–199) BOA., İ. Meclis-i Mahsus, 1541, 21 Safer 1286 ve 21 Mayıs 1285; BOA., Y.EE., Dosya: 112 Gömlek: 6; Mahmud Cevad İbnü’ş-Şeyh Nafi, Maârif-i Umumiye Nezareti Tarihçe-i Teşkilât ve İcrââtı, İstanbul, 1338,469-510, (Bu eser, Mustafa Ergün, Tayip Duman, Sebahattin Arıbaş ve Hüseyin Dilaver tarafından Latin harflerine kazandırılmış ve MEB tarafından 2002 yılında yayınlanmıştır.) Maarif Umumiye Nizamnamesi’nin tam metninin yeni harflerle yer aldığı diğer bir eser ise şudur: Cahit Yalçın Bilim, Türkiye’de Çağdaş Eğitim Tarihi, Eskişehir, 2002,s.437–474. Fakat bu eserdeki metin bazı eksiklikler içermektedir.
[3] Sadrettin Celal Antel, “Tanzimat Maarifi”, Tanzimat I, İstanbul, 1999, s. 449; Roderic H. Davison, Reform in the Otoman Empire, Pricenton, Newjersey, 1963, s. 251; Yaşar Baytal, “Tanzimat ve II.Abdülhamid Dönemi Eğitim Politikaları”, OTAM, S.11, Ankara, 2000,s. 29; Midhat Sertoğlu, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Yapısını Değiştiren Büyük Devrim: Tanzimat”, Hayat Tarih Mecmuası, S.10, (Ekim, 1976), s. 59.
[4] Hasan Ali Koçer, Türkiye’de Öğretmen Yetiştirme Problemi, Ankara, 1967, s. 13.
[5] Tayip Duman, “Türkiye’de Eğitim Reformları Açısından Öğretmen Yetiştirme Sorunu”, Erdem, c. XII, S. 34, (Mayıs 1999), s. 92.
[6] İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul, 2001, s. 188-189; Yahya Akyüz, “17. Yüzyıldan Günümüze Türk Eğitiminde Başlıca Düzenleme ve Geliştirme Çabaları”, Milli Eğitim, S. 144, Ekim, Kasım, Aralık, 1999, s. 16.
[7]Abdülkadir Özcan, “Tanzimat Döneminde Öğretmen Yetiştirme Meselesi”, Tanzimatın 150.Yıldönümü Sempozyumu, (Haz. H. Dursun Yıldız), Ankara 1992, s. 451; Niyazi Berkes, Söz konusu tarihte Fransız Eğitim Bakanı Victor Duruy’ye Osmanlı eğitim kurumlarının sitemli hale gelmesi için bir proje hazırlatıldığından bahseder. Bkz: Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul, 2002, s. 237.
[8] Musa Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu, Ankara, 1991, s. 287–288; Recai DOĞAN, “Osmanlı’nın Son Döneminde Açılan Mekteplerde Din Dersinin Tarihi Gelişimi”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 1994, s. 60.
[9] Ekmeleddin İhsanoğlu, “Osmanlı İmparatorluğunda Eğitim”, Osmanlı Uygarlığı, (Yayına Hazırlayan: Halil İnalcık, Günsel Renda), c.1, Ankara, 2004, s. 377.
[10]1316 Maarif Salnamesi, s. 40–42; Hasan Ali Koçer, Türkiye’de Modern Eğitimimin Doğuşu ve Gelişimi, İstanbul, 1970, s. 83.
[11] İlhan Tekeli, Selim İlkin, Osmanlı İmparatorluğunda Eğitim ve Bilgi Öğretim Sisteminin Oluşumu ve Dönüşümü, Ankara, 1993, s. 67.
[12] Mahmud Cevad İbnü’ş-Şeyh Nafi, Maarif-i Umumiye Nezareti Tarihçe-i Teşkilât ve İcrââtı, İstanbul, 1338, s. 230–231, İlhan Tekeli, Selim İlkin, age., s. 67; Abdülkadir Özcan, agm., s. 452.
[13] Aliye Omay, “İlk Kız Öğretmen Okulunun Kuruluşu”, Türk Yurdu, Eylül 1987, s. 52.
[14] Cavit Binbaşıoğlu, Eğitim Düşüncesi Tarihi, Ankara, 1982, s. 141–142.
[15] Yahya Akyüz, “Tanzimat Dönemi Eğitiminin Özellikleri”, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu, Ankara 1991, s. 390
[16] Aytekin Halil, İttihat ve Terakki Dönemi Eğitim Yöntemi, Ankara, 1991, s. 45.
[17] Şefika Kurnaz, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Kadınların Eğitimi”, Milli Eğitim, S.143, (Temmuz-Ağustos-
Eylül), 1999, s. 99.
[18] Stanford J. Shaw, Ezel Kural Shaw, History of the Otaman Empire and Modern Turkey, Volume II, New York, 1977, s. 110.
[19] Ersoy Taşdemirci, “Türklerde Eğitim”, Türk Düşünce Tarihi, (Yay. Haz. Hüseyin Gazi Topdemir), Ankara, 2001,s. 209; İlknur Polat Haydaroğlu, Osmanlı İmparatorluğunda Yabancı Okullar, Ankara,1990, s. 24–29.
[20] Ekmeleddin İhsanoğlu, “Osmanlı Eğitim ve Bilim Kurumları”, Osmanlı Medeniyeti Tarihi, (Edit. Ekmeleddin İhsanoğlu) c. I, İstanbul, 1999, s. 316.
[21] Faik Reşit Unat, Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, Ankara, 1964, s. 92.
[22] Faik Reşit Unat, age., s. 92.
[23] Andreas M. kazamias, Education and the Quest Modernity in Turkey, London, 1966, s. 63.
[24] MUN, Madde: 8, 9, 10, 11, 12; Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, c.VII, Ankar, 1988, s. 201.
[25] Bozkurt Güvenç, Hıstory of Turkısh Education, Ankara, 1998, s.37, Sadrettin Celal Antel, agm., s. 451.
[26] Nafi Atuf, Türkiye Maarif Tarihi Hakkında Bir Deneme I, İstanbul, 1934, s. 132.
[27] Reşat Özalp, Aydoğan Ataünal,, Türk Milli Eğitim Sisteminde Düzenleme Teşkilat, İstanbul, 1977, s. 9.
[28] Nevzat Ayas, T.C. Milli Eğitim Kuruluş ve Tarihçeler, Ankara, 1948, s. 380, MUN, Made:51
[29] Cahit Yalçın Bilim, Türkiye’de Çağdaş Eğitim Tarihi, Eskişehir, 2002, s. 449; Tayip Duman, “Osmanlıda Öğretmen Yetiştirme Sistemi”, Osmanlı Ansiklopedisi, c.5, Ankara, 1999, s. 308.
[30] 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’ne göre Müslüman ve gayrı Müslim toplumların Sıbyan mektepleri ve rüştiyeleri ayrı olacak, fakat İdadilerde her iki toplumun çocukları birlikte öğrenim görecek idi. Bkz. Madde:33
[31] Daha sonraki yıllarda kale alınan de öğretmen sayısı belirtilmemiştir. Fakat söz konusu nizamnamede hizmetli sayısı da telaffuz edilmemiş, ihtiyaç nispetinde alınmasına karar verilmiştir. Bkz: Dârülmuallimîn ve Dârülmuallimat Nizamnamesi, İstanbul, 1331, Madde: 18.
[32] MUN. Madde: 58.
[33] Madde: 59.
[34] Madde: 60.
[35] Madde: 60.
[36] Madde: 62.
[37] Cavit Binbaşıoğlu, Türkiye’de Eğitim Bilimleri Tarihi, İstanbul, 1995, s. 13.
[38] Madde: 64; Hizmet yılı Dârülmuallimîn ve Dârülmuallimat Nizamnamesi ile 10 yıla bayan öğretmenler için 8 yıla çıkartılmıştır, Bkz: İlgili Nizamname, Madde:34
[39] Madde: 66; Faik Reşit Unat, “Türkiye’de Öğretmen Okullarının Kuruluşuna Toplu Bir Bakış”, Eğitim Hareketleri, Yıl 1, S.4, (Nisan 1955), s. 26.
[40] Bayram Kodaman, Abdullah Saydam, “Tanzimat Devri Eğitim Sistemi”, Tanzimatın 150.Yıldönümü Sempozyumu, (Haz. H. Dursun Yıldız), Ankara, 1992, s. 493.
[41] Nezihe Muhlis, “Terbiye-i İnâs Etrafında”, Sırat-ı Müstakim, S.146, c. 6, Haziran 1327, s. 247.
[42] Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi, c.1–2, İstanbul, 1977, s. 668.
[43] Serpil ÇAKIR, Osmanlı Kadın Hareketi, İstanbul, 1993, s. 220.
[44] Bayram Kodaman, “Tanzimat’tan Sonra Türk Kadını”, 19 Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, S. 5, 1990, s. 146.
[45] Madde: 68.
[46] Tevfik Temelkuran, “Türkiye’de Açılan İlk Kız Öğretmen Okulu”, Belgelerle Türk Tarihi , S. 36, (Eylül 1970), s. 61; Cemil Öztürk, Atatürk Devri Öğretmen Yetiştirme Politikası, Ankara, 1996, s. 11.
[47] Yahya Akyüz, “Osmanlı Son Döneminde Kızların Eğitimi ve Öğretmen Faika Ünlüer’in Yetişmesi ve Meslek Hayatı”, Milli Eğitim, S.143, (Temmuz-Ağustos-Eylül), 1999, s. 19.
[48] Yahya Akyüz, “Öğretmenlik Mesleği ve Osmanlı’da Kadın Öğretmen Yetiştirilmesi”, Tarih ve Toplum, S. 195, ( Mart 2000), s. 34.
[49] Madde: 72
[50] Madde: 73
[51] Madde: 77
[52] Nevzat Ayas, age., s. 381.
[53] Madde: 78.
|
|
|||||||||||
![]() |